










|
|
MEMUR OLMAK.......
Devlete Memur, şeyhe mürşit,patrona işçi olmak arasında pek de fark yoktur.
Makbul insan; birincisinde edilgen bir yurttaş, ikincisinde sadık bir uşak,
üçüncüsünde ise hem yumuşak başlı bir köle gibi davranmalıdır.
Her üç kurumda da iddia sahibi olmak, itiraz cüreti göstermek ve başına
buyruk davranmak ; hoş karşılanmaz.
İnsanları ikna etmede devlet gücü; şeyh inancı; patron da parayı kullanır.
Devlet emellerinin aracı, şeyhin inançlarının teşvikçisi, patronu ihtiyaç
gidericisi olarak kullanmakta başlı başına bir karizma sorunudur. Amaç
dışılık kurumları araç olmaktan çıkarır. Bunun için insanlar daha iyi
yaşamalarının aracı olarak icat ettikleri kurumların ve kavramların tuzağına
düşerler. Kurumları, kavramları ve değerleri tekeline alan bir avuç oligark
onların marifetleriyle insanlara şu dayatmaları yapar. Düşünme itaat et!
Şüphe etme inan! Sorma Uygula! Başkası hesabına eylem koymak, yaban eller
için
düşünmek; edilgen yaşamın ilk şartıdır.
Karın doyurmak için emir almaya hazır olmak köle tavrıdır. Halbuki risk
almak , tavır koymak, değerle davranmak gerçek insan yaklaşımıdır. İnsan
gibi yaşamak; adam gibi davranmak direnmeyle ilgili bir iştir. Güdülere,
dürtülere, keyif vericilere ve rahata direnmek adam gibi adam olmanın temel
esaslarındandır. emre amade yaşamak insanlığın gereklerinden değildir!
Eylemin efendisi olmak
dururken uşağı olmak kabul edilemez. ensede boza pişirmeye hazır bir
otokratın karşısında susta durmak yaman bir insanlık çelişkisidir.
Galiba otokrat sistemler insanlardan intikamını onları memur yaparak alıyor.
Bu bağlamda şeytan bile en iyi amirden daha çok tercih edilir. Hiç olamazsa
şeytan ve şeytanlık hakkında hemen her insanın belirli bir kanaati vardır.
Şeytanın düşmanlığının ve dostluğunun ne anlama geldiği de bilinir! Sistemin
ürünü olan amirinde ve ona muti olarak yaşamaya çalışan memurun ne
dostluğuna ne de düşmanlığına güvenilir olmaz.
Memurun amir durumuna gelmesi halinde durum daha da vahim bir hal alır.
Bunun psikososyal aşamalarının ilginç bir biçimde ortaya koyan bir devlet
başkanının görüşleri şöyledir; Üstüne biraz düşünülürse, memuriyetin ilk
aşamasında bireyin ahlakına korkunç bir darbe vurulduğu görülür.
Birey daha başlangıçta, toplumun diğer bireylerinden ayrılır.Onda toplumun
diğer bireylerinde bulunmayan "zorunlu" itaat duygusu oluşuyor ve zamanla
gelişiyor. Bundan sonraki aşamalar bu duygunun sahneye çıkmasıdır.
Sonuçta bu birey amir konumuna geldi mi? Yönetimi görmüş olmasının yanında
bürokratik nüvesini geliştirerek, bu nüvenin egemenliğinin altına girer.
Artık bu birey memuriyet yaşamından önceki doğasına yabancılaşmıştır. Kişi
bu yolun sonuna ulaşıncaya kadar, yeni bir renge girmiş insandır ki seneler,
onun doğasını değiştirmiştir. Artık geçmişte üyesi olduğu sosyal gruptan
bütünüyle ayrılmıştır.
Böyle bir bireyin, tamamen başkalaşım geçirdiği kabul edilmelidir. Bu
durumda toplum çıkarı düşüncesini "derin bir kendini beğeni" ve emirlere
uyma zorunluluğunu egemen kıldığı için "derin düşünmemek" temeli bulunur.
Zira bu temel üzerinde gelişen ilişkilerin, kendine beğeniyi oluşturacağını
anladıktan sonra, artık emre itaatin beyinde yaratacağı yıkımdan söz etmek
uygun olur.
Eğer bir memur, vicdanı ve görevi ile ilgili şeylerde " düşünmeksizin"
hareket edecek olursa, bu durumun, beyinde ciddi bir izi bırakacağından
şüphe edilmez" .Her şeye rağmen memur olmak yada memur kalmak iradesi
bireyin elindedir.!
İşte Memur olmak yada olmamak işte sorun burada yatıyor.
Oktay ERBAŞ/ADANA 07.06.2005 |