DALAKÇI GENÇLİK Yakup Cemil

09.11.12

Yazan.............. Ali Erbaş

Anasayfa
Yukarı
Ali Erbaş
Günel Erdem
Necati Genç
Sadi Erbaş
Ali Bozdağ
Hacı Ercan
Ulaş Köksal
Ceray Ceylan
Oktay Erbaş
Yakup Cemil

 

 

YILANCIK

Çocukluğum köyde geçti, bazen o günleri nasıl özlüyorum bir bilseniz.

Evimiz köyün harman yeri denilen en uç köşesindeydi . Dedem ile Fati ebem yapmışlardı bu evi , kerpiçten , kendi elleriyle . Köydeki çoğu evler gibi moderen olmasa da bize yetiyordu .

Büyükçe bir de bahçemiz vardı ; bahçe ki , geniş mi geniş . Ceviz haricinde her tür ağaç vardı bu bahçede ; kiraz , erik , zerdali , elma...

Bazen arkadaşlarımızla ve kardeşlerimle en uçtaki zerdaliyi koparmak için aramızda yarışır , üzeri yamalı pantolonlarımızı yırta yırta dallara tırmanırdık.

Yaz kış giydiğimiz soğuk kuyu denilen siyah ayakkabılarımız da bu arada bir güzel yırtılır , şekli değişmiş pantolonlarımız daha da başka bir şekle girer , haliyle ebemden de fırçayı yerdik :

- Size demirden çarık olsa dayanmaz .

Efendim  ,  nerde şimdiki gibi imkanlar ve elbise bolluğu  .  O zamanlar yamalı elbise giymemiş insan gösterin bana . Öyle ki bazen yama üstüne yama vurulduğu bile olurdu .

İnsanlarda para namına pek bir şey bulunmaz , mesela köyün tek dükkanından bir şey alacağınız zaman  karşılığında yumurta veya ne bileyim bir çinik buğday teklif ederdiniz.

Okuldan sonra arkadaşlarımla özgürce gezer , bahar ayları gelince dağlara kuzu kulağı ( ekşimen ) , çiğdem veya mantar toplamaya giderdik .

Azarız da başımıza bir şey gelir diye bizimkilerin endişelenmesine aldırış bile etmez , öyle ki bizleri vazgeçirmek için anlattıkları falanca dağın dibinde yaşayan doğaüstü yaratıkların marifetlerini faltaşı gibi açılmış gözlerle dinler , ama yine de bildiğimizden bir karış geri kalmazdık .

Haşarıydık anlayacağınız , ama özgürlüğümüzü de doyasıya yaşıyorduk , olmasa da şimdiki yeni yetmeler gibi pahalı pahalı oyuncaklarımız , bisikletimiz...

Köyde herkesin bahçesi vardı ve her evin bahçesinde de bir yığın meyva ağaçları ...  Kavun karpuzdan tutun da mısıra varıncaya kadar bir çok sebze ve meyve de yetiştirilirdi.

Biz , muzur uşak kısmı , kendi bahçemizde yetişen meyveleri bırakır , el alemin bahçesine dadanırdık . Dere boyunca sinsi sinsi yaklaşır , gözcü diktiğimiz arkadaşın işaretiyle bir anda dereden fırladığımız gibi komşu Sakine Bacı'nın bahçesini domuz sürüsü dalamışa dönderirdik.

Bahçe yolmak gibisi var mıydı , o heyecanı yaşama düşüncesi bile bizleri baştan çıkarmaya yeterdi de artardı bile  . Yakalanırsak tabii , yediğimiz dayağın da haddi hesabı olmazdı.

Nasıl oldu bilmiyorum , galiba böyle bir bahçe yolma eylemi esnasında olsa gerek , yere düşüp ayağımı yaralamıştım . Ama hiç oralı bile olmadım , hem zaten her Allah'ın günü yerlerde değil miydik .

Fakat gel gör ki bacağım üç-beş gün sonra iltihaplanmış , mosmor kesilmişti . Geçer diyerek bunu da umursamamış , yarı topal bir vaziyette bir kaç gün daha durumu idare etmeye çalışmıştım .

Etmiştim etmesine de , bacağım öylesine morarmış , öylesine şişmişti ki , yürümek artık imkansız hale gelmişti .

Köyde doktor da yok , sağlık ocağı da...

Diyeceksiniz  ,  peki insanlar hastalandığında ne yapıyorlardı ?

Aslında köylü prensipte Allah'a emanetti . Hastalandığında ya ebe karı ilaçları ile ya da iki elham bir kulfulu tuz çevirerek veyahut da kurşun döktürerek iyileşmeye çalışır , iyileşemeyince de acılar içinde kıvranırdı . Öyle ki böyle anlarda ölümü kurtuluş olarak bilirdi köylüler.

Bir de köyümüze yakın Dalakçı adlı bir başka köyde Kırmı Osman adında bir doktor vardı ! 

Bu adam aslında doktor moktor değildi . Askerliğini yaparken bir doktorun yanında getir-götür işleri yapmış , fakat akıllı , uyanık bir insan olduğu için doktorun yanında  , hasta muayenesi esnasında gördüklerini ezberlemiş , bu arada garibanların kalçasında da deneme yanılma yoluyla iğne vurmasını da öğrenmişti . İşte bizim Dalakçılı Kırmı Osman'ın bütün doktorluğu bu .

Köylü gariban çok sıkışır , yaptığı iki elham bir kulfulu tuz çevirme de yararlı olmaz ve çektiği acılar da dayanılmaz boyutlara ulaşırsa ancak , doktor Kırmı Osman'a müracaat ederdi .

Köyün tek minübüsü ve sahibi , yaz gelince bilmem kaç kile buğday verme vaadi ile ikna edilir , dosdoğru doktor Kırmı Osman'ın köyü Dalakçı'nın yolu tutulurdu .

Tabii doktor Kırmı Osman da doktorluğun verdiği özel ayrıcalıkla her zamanki gibi cahil köylüyü  ''Ulan hiç mi tarladan tapandan , bağdan bahçeden çıkan ot çöp yemedin? ''  diye önce iyice bir azarlar , hastanın vitaminsiz kaldığı teşhisinden sonra , o zamanlar çok moda olan ve gerekli gereksiz herkese vurulan penisilin iğnesini de yapar , doktorluğunun hakkını bir güzel verirdi . Vatandaş da Kırmı Osman'a muayene ve tedavi ücreti olarak artık kaç tavuk , kaç horoz verir , o da aralarındaki anlaşmaya bağlıydı .

Neyse efendim  ;  dedim ya bacağımın diz kapaktan alt kısmı iltihaplanma sonucu davul gibi şişmiş , yürüyemez hale gelmiştim .

 

Tanı , teşhis derhal konulmuştu : Yılancık...

- Amanın Fati Bacı  ,  sakın ola oğlanı şehirdeki doktorlara gösterip neytmeyin , bacağını keserler yavrumun Alimallah .

Köyümüzde Iraz Bacı adında bir de ebe karı vardı ; kırık , çıkık , yaralanma konularında oldukça uzmandı , arasıra gelinlere doğum da yaptırırdı .

Yürüyemez halde olduğumdan Fati ebem beni sırtına yükledi , doğru Iraz Bacı'nın evinin yolunu tuttuk .

Iraz Bacı , ilk muayene ve durumun ne kadar vahim olduğunu belirten mimik hareketlerinden sonra Fati ebeme beni kesinlikle şehirdeki doktorlara göstermemesi gerektiği konusunda uyardı . Bu sözler üzerine , adeta davul gibi şişmiş bacağımın görünüşü sanki durumun vehametini ortaya koymuyormuş gibi , gerek Fati ebem gerekse de etrafta toplananlar vaha tühe , diz dövmeye başladılar .

 E , o halde ne yapılacaktı , ayağım kendiliğinden iyileşemeyeceğine göre ?

Ben bu düşünceler içerisinde , çektiğim ağrıdan sızıdan dolayı bir teselli sözü beklercesine  etrafa yalvaran bakışlarla bakarken , kapıda , elinde keskin bir jiletle Iraz Bacı göründü .

N'oluyorduk yahu , o jilet de neyin nesiydi ?

Fati ebemi , beni şehre götürüp de çocuğun bacağını kestirme diye sıkı sıkı tembihleyen Iraz Bacı'nın bizzat kendisi mi yoksa bu kesim-biçim işini halledecekti ?

Tam da düşündüğüm gibi...

Ben daha davranıp da topal topal da olsa kaçmaya fırsat dahi bulamadan bir anda etrafımdakiler , Fati ebem başta olmak üzere üzerime çullanıverdiler . Gafil avlanmıştım...

Biri ikisi bacağıma sımsıkı yapışmış , diğerleri ellerimi oynatmıyor , Fati ebem de bir taraftan kafamı tutuyor , diğer taraftan da yalvaran , feryat eden , imdat bekleyen çığlıklarımdan fevkalede etkilenmiş olsa gerek , gözlerinden yaşlar boşanarak beni teselli ediyordu .

Operatör Doktor Iraz Bacı narkozsuz markozsuz ve de dut ağacının altındaki oldukça steril bir ortamda bacağımı jiletlemeye başlamış , beni bir güzel ameliyat ediyordu . Bacağıma atılan her jilet , beraberinde kana karışmış irini de dışarı çıkarıyor , ortaya çıkan çirkin manzara da haliyle Iraz Bacı'nın asistanlarını irkiltiyor , gerilmiş surat hatlarıyla iiiyy felan diyorlardı .

Atılan her jilet sonrası sanki içimde bir şeyler eriyip gidiyordu . Ağlamak sızlanmaktan ve acıdan ağrıdan bitkin bir hale gelmiştim .

Bacağımın iltihaplı bölgesine tam kırka yakın jilet atan Operatör doktor Iraz Bacı ameliyata daha fazla devam edememişti .

Ben bu narkozsuz ameliyattan artık tamamen kurtulduğumu zannediyordum . Mesuttum...

Meğerse öyle değilmiş .

İki gün sonra Fati ebem ve Zeynep teyzemin , hain bakışlarla yanıma yaklaştıklarında niyetlerinin bozuk olduğunun farkına varmış , yerimden doğrulduğum gibi topal topal kaçmaya başlamıştım .

Ben önde , onlar arkada , bir kovalamaca başlamıştı . Fakat topal ayakla ne kadar kaçabilirsiniz ki .

Çok sürmeden beni yakalayıp da evin ilerisindeki iğde ağacının altında kıstırıp yere yatırmaları bir oldu.

-  N'olur Teyze , yapmayın teyze !

Bacağımı yine kesecekler diye yerden , gökten , hatta iğde ağacından bile medet bekliyordum . Fakat heyhat , kaderde bacağımın ehil ellerde kesilmesi varmış !

Zeynep teyzem bir taraftan dizleriyle sıkıca bacağımın üstüne çöreklenirken , diğer taraftan da ağıdıma sızıma , yalvarmalarıma dayanamıyor , yeğenine olan merhametinden sicim gibi gözyaşları akıtıyordu .

Fati ebem de ağlıyordu teyzem gibi , hüngür hüngür...

Ama kesilmek de benim kaderimdi , şehirdeki doktorlar insana merhamet etmez , adamın bacağını diz kapak altından keser atarlardı alimallah , hiç onlara güvenilir miydi .

Tam elliye yakın jilet attı operatör doktor Iraz Bacı'nın yanında asistanlık yapan Fati ebem ; derin derin üstelik , irin daha iyi çıksın diye .

Sonra nekahat dönemi başladı . Ben duymamıştım ama , beni ilk olarak ameliyat eden Iraz Bacı , Fati ebeme gizlice şunları söylemişti :

- Fati Bacı , ben daha devam edemeyeceğim . Sen oğlanın bacağını iki gün sonra yeniden jiletle , irin iyice çıksın . Daha sonra yeni kesilmiş taze koyun kuyruğunun içine bir feriği ( tavuğun genç olanı ) olduğu gibi ezip koy ve bunu oğlanın bacağına sar ...

Nekahat döneminde denileni aynen yapacaktı yapmasına da Fati ebem , taze kesilmiş koyun kuyruğunu nereden bulacaktı , ferik dersen kolay , sürüsüyle..

Allah'ın bir lütfu mudur nedir , tam da o sırada köyde birisi adak olarak bir koyun kesmişti , sevap olur diye de kuyruğunu bize verdiler .

Fati ebem , denildiği üzere feriğin sadece tüylerini yolmuş , geri kalanını da olduğu gibi ezerek koyun kuyruğunun içine yerleştirmişti . Daha sonra da bir bezle bacağımın yaralı bölgesine bağladı .

İki gün boyunca ağrıdan sızıdan uyuyamadım , heleki bacağımdan etrafa öyle bir de dayanılmaz koku yayılıyordu ki , insanın burnunun direği sızlar .

İkinci gün sonunda Fati ebem bacağıma bağlı koyun kuyruğunu çözdüğünde manzara dehşetti : Dayanılmaz bir şekilde kokan koyun kuyruğunun içi kan , irin ve pislikle dolmuştu .

İrin boşaldığı için bacağımın şişi iyice inmişti . Öyle ki topal da olsa adım bile atabiliyordum artık .

Bir hafta sonra ise bacağımın şişi tamamen indi , iyileşmiştim artık .

Aradan yıllar geçti , bacağımın o bölgesinde atılan derin jilet izleri hala duruyor  ,  hatta o bölgede kıl bile çıkmıyor .

Tamamen ilkel şartlarda yapılan bu tedavi sonucu nasıl olup da iyileşebildiğime ise hala daha bir türlü akıl sır erdiremiyorum .

Karacaören li

Yakup Cemil

 

Anasayfa | Ali Erbaş | Günel Erdem | Necati Genç | Sadi Erbaş | Ali Bozdağ | Hacı Ercan | Ulaş Köksal | Ceray Ceylan | Oktay Erbaş | Yakup Cemil

Yenilik: 22.04.11